Yapay zekanın insanlar tarafından üretilmiş verileri bir araya getirip hepsinden birer parça kullanarak ortaya bir şeyler çıkardığını ve bu nedenle özgün olmadığını, aksine emek hırsızlığına sebep olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki bizler de okuduğumuz kitapların ve makalelerin, dinlediğimiz şarkıların, gördüğümüz resimlerin kısacası tükettiğimiz her şeyin bir birleşimi değil miyiz?
Hayatımızın haritası, entelektüel birikim veya sanatsal parmak izimiz diyebileceğimiz bu birleşim, üretim süreçlerimizde bizi beslemiyor mu? Tükettiklerimizin bizde bıraktığı izler, ruhumuzda yarattıkları hareketler bizi üretmeye itmiyor mu? Bizler de tükettiklerimizden esinlenmiyor muyuz? Sandığımız kadar orijinal miyiz? Tabii ki esinlenmek ve birebir kullanmak arasında bir fark var. Ama bence o çizgi sandığımızdan ince olabilir.
Ürettiğim her şey için dürüst bi şekilde evet bunu tamamen ben yaptım, bu sadece ve sadece bana ait diyebilirim ama onu tüketen bir başkası, kendi yaratıcı haritasını oluşturan eserlerden izler bulamaz mı? Belki de şans eseri onun anımsadığı şey benim de tükettiğim ve farkında olmadan üretim sürecime dahil ettiğim bir yapıttır, belki de adını bile duymadığım bir eserdir. Hem acaba bize ilham veren eserler için tamamen orijinal denebilir? Sonuçta onlar da bambaşka şeylerden gelen bir ilhamla, bir itici güçle başlayarak başka birisinin üretimi sonucu var oldular. Herhangi bir yapıtın tamamen özgün olması mümkün mü? Bana sorarsanız, parçaların tamamıyla özgün olması mümkün olmasa da bütün özgün olabilir. Örneklendirmek gerekirse, kendinizi düşünün. Dünyada belki milyonlarca insan sizinle aynı kitapları okudu, aynı resimlere baktı, aynı sokaklarda yürüdü. Bizi oluşturan parçaların hiçbiri tamamen ve yalnızca bize ait değil, bu parçaları birçok insanla paylaşıyoruz. Bu parçaların hepsi bir araya geldiğinde oluşan mozaikten, yani kendimizden, bir tane daha olabileceğini, bütün parçalarımızın aynı düzende bir başkasında daha bulunabileceğini sanmıyorum.
Eskiden kıyamazken şimdi okuduğum kitaplara not almamın, beğendiğim cümlelerin altını çizmemin de sebebi biraz bu düşünceler aslında; yer yer aynı şeylerden beslensek de bütünlerimizin farklı olması. Belki yıllar sonra birisi okuyacak ve aynı cümleden etkilenip aynı şeyleri hissedecek, hiç tanımadığı bu insana ne kadar benzediğini düşünecek. Belki bir başkası o kadar da etkilenmediği bu cümlenin neden altının çizilmiş olduğunu düşünüp ne kadar farklı olduğumuza şaşıracak. Hayata ve dünyaya izler bıraktığım, bir başkasının izlerinde kendimi bulduğum bir hayat yaşamak istiyorum. Tıpkı sürekli aynı yerden darbe aldığı için aşınmış bir kapı kolu veya insanların, bazen bilinçsizce, en kısa yoldan giderek oluşturduğu patikalar (bu kelimenin ingilizcesinin ‘desire path’ oluşu çok hoşuma gidiyor) gibi yaşanmışlıklarıma dair izler bırakarak...
Hayata iz bırakmakla ilgili düşündüren “The Invisible Life of Addie LaRue” kitabını önererek bitirmek istiyorum, ben okuyalı bir kaç yıl oluyor hatta son paragrafı yazana kadar aklımda bile değildi şimdiyse bu yazıya fazlasıyla uygun olduğunu fark ettim.
izler bırakıp ilham olabilmek ilham olabildiğin gibi bazı izleri de benimsemek tüm mesele bu gerçekten😭😭 ve bir yerlerde hissedilmek.
Ben de özellikle kitaplara izler bırakmaktan çekinirdim. İhtiyacım ve isteğim olan her şeyi ikinci el bakmaya başladığımdan beri bu algım değişti. Artık çevremde başkalarından izler görmek, sahip olduğum şeylerin kendi geçmişleri olması yaşadığımı hissetmemi sağlıyor. Ve sanki eski sahibiyle bir bağ oluşuyor aramızda. Bu bana reenkarnasyon gibi hissettiriyor. Sanki geçmiş hayatımdaki benin giydiği tişörtü giymişim gibi. Ve belki de düşününce “benden bir tane” olması her zaman harika olmazdı. Sonuç olarak sevdiğim müzikleri tek başıma dinlemek oldukça sıkıcı olurdu🫂